30 Eylül 2010 Perşembe

Pasta mı sanat eseri mi?

Biliyorsunuz pasta tasarımı konusunda Türkiye'de onlarca profesyonel kurs var. Artık mahallemizin pastanesi bile klasik pastaların dışına çıkarak şeker hamuru ile süslemeler yapmaya başladı. Bunun yanında kurabiye tasarımı ve süslemesi de çok yaygınlaştı. Ev hanımları hatta kariyer yapmış bayanlar bile bir noktada iş hayatından bunalıp bu kurslara gitmeye başladılar. Başarılı olanlar da işi gücü bırakıp "pasta veya kurabiye tasarımcısı" olmayı seçebiliyorlar. Bu cesur kişilere benzer bir örnek de Maggie Austin isimli tasarımcı, kendisi öyle güzel ürünleri portföyünde barındırıyor ki yarattıklarına sanat eseri demek yanlış olmaz.

Maggie klasik bale eğitiminin ardından French Pastry School'a ait L’art de la Pâtisserie programına katılmış. Dünyanın en iyi hocalarının ışığında aldığı eğitimle kendini geliştirmiş ve dünyadaki en iyi restoranlardan kabul edilen Charlie Trotter's'da staj yaparak tecrübesini arttırmış.

Şimdi sizi Maggie'nin harika tasarımlarıyla baş başa bırakıyorum...



23 Eylül 2010 Perşembe

Bir ülkeyi ne kadar özleyebilirsiniz?

Hayatımda bir kere gidebildiğim ama hiç unutamadığım bir yer Nepal...

Gezdiklerim, gördüklerim, aldığım kokular, renkler, herşey çok iyi çekilmiş resimler gibi hafızamda. Sanıyorum bir dini veya milli bayramda boşluk bulup gitmiştik ailemle, 3 gün kalacaktık. Gitmeden önce çok şey ifade etmiyordu bana, hatta havaalanına indiğimizdeki izlenimlerim de çok iç açıcı değildi. Uçakta tanıştığımız Türk çiftle sohbet etmeye başlamıştık, havaalanından çıktığımızda onları karşılayacak birileri vardı. Otellerini arkadaşlarının ayarladıklarını, dilersek kendilerine eşlik edebileceğimizi söylemişlerdi. Tahmin edersiniz ki Nepal'e giden Türk bir çiftle tanışmak çok sık rastlanacak bir durum değildi. Biz de bundan yararlanalım demiştik :)


Uçak Nepal sınırlarına girdiğinde Himayalar'ı izlemeye başlamıştık. Güneşle ışıl ışıl parlayan bembeyaz karla örtülü keskin tepeler... O kadar yüksek ki aralarından geçmek insana ayrı bir cesaret veriyor. Sanki uçan sizmişsiniz gibi... Aşağısı o kadar beyaz ve parlak ki gözlerinizi tamamen açık tutmanız mümkün değil.

Uçaktan inişinizle birlikte gerçek dünya ile tanışmaya başlıyorsunuz. Dünyanın en az gelişmiş ve en fakir ülkelerinden olan Nepal'in başkentinde iniş yaptığımız havaalanı bile fakirliklerinin resmi gibi karşımıza çıkmıştı. Tuğlalarla örülmeye çalışılan duvarlar muşambalar yardımıyla kapatılmıştı, üstümüzde de çatı değil de tahtalardan oluşan bir korunak vardı. Kathmandu'nun kış aylarında çok soğuk olabileceği düşünülürse havaalanında çalışanlar için şartlar çok zor. Ben ayak bastığımdan beri neler değişti bilemiyorum, umarım şu anda üstü kapalı bir havaalanları vardır.

Havaalanı çıkışında boynumuza asılan çiçeklerle karşılandık ve taksi ile otele doğru yol aldık. Otele geldiğimizde kapısı bile kapanmayan bir odaya yerlestirildik. Gördüğüm anda burada kalmayalım ne olur ifademle babama baktım. Durumdan o da rahatsız olmuş olacak ki bize yardım eden çiftten özür dileyerek, farklı bir otel bulmamız gerektiğini anlatmaya çalıştı. Akşama doğru güvenle uyuyabileceğimiz makul fiyatlı bir otel bulmuştuk. Şimdi internette araştırdığımda Crowne Plaza ve Hyatt Regency gibi birkaç iyi otel alternatifinin de bölgede bulunduğunu görüyorum.

Zorluklar ve hayal kırıklıkları buraya kadar, sonrası adeta bir masal. Gördüğünüz yapılardan etkilenmemeniz mümkün değil. İnsanları ise bambaşka bir ifadeye sahip. Acı mı boşvermişlik mi hüzün mü desem bilemiyorum, gözlerde hep aynı ifade... Çocuklarda bile... Size garipseyerek bakıyorlar, herkesi ayrı ayrı inceliyorlar. Yeryuzunun herhangi bir yerinde bu kadar olgun ayni zamanda guzel bakan çocugu bir arada gormemistim.



"Old Kathmandu City" olarak ifade edilen sehrin en eski yerlesim bolgesinde Durbar Square sokaklarinda yurudukce bambaska bir atmosferde oldugunuzu hissediyorsunuz. Oyma tahta ile suslenmis kapilar, damlar sizi hayrete dusuren en onemli ozellikleridir.



Gezilecek bir baska nokta ise Swoyambhunath tapinagi, gidip de kendinizi hangi dine inaniyorsaniz inanin yuce bir varliga yakin hissetmemeniz mumkun degil. Swoyambhunath ayni zamanda "kendinden yaratilmis" anlamina geliyor. Bulutlarin uzerinde sadece inanciniz ve siz bas basa kalmissiniz gibi... Korku degil huzur doluyorsunuz, rahatliyorsunuz ve akliniza, sahip olduklariniz icin sukretmekten baska bir sey gelmiyor. Orada tapinagin dort yanindan Buda'nin herseyi ve her yeri goren gozleri, buyuk beyaz bir yarimkurenin uzerinde bulunuyor. Dunyanin catisina cok yakin oldugunuzu hissediyor ve derinden anliyorsunuz. Bu tapinagin cocuklarin tanricasi Harati'ye atfedilmis oldugunu soylemeden gecemeyecegim. Cocuklar bu topraklarda cok cok degerli, gezerken sevimli bir cocugun basini oksamak Nepal halki tarafindan cok yanlis anlasilabilen ve tepki toplayan bir hareket olabilir. Dikkatli olunuz.



Benim soyleyeceklerim simdilik bu kadar, kac gundur Nepal hakkinda yazmak istiyordum. Bilgisayarin basina cok gec oturdugumdan burada kesmek zorundayim, malum yarin is guc var. Bu yaziyi okuduktan sonra Kathmandu'yu ziyaret edeniniz olursa, neyi ozledigimi siz de anlayacaksiniz. (Resimleri Deviantart'ta paylasan herkese tesekkur ediyorum, bizim cektigimiz resimler malesef film oldugu icin bilgisayara aktarmam mumkun olmadi. Umarim beni affederler.) Sevgiler :)

17 Eylül 2010 Cuma

Friday, Freeday!

Bu sabah dünden kalan Fashion's Night Out yorgunluğumla yataktan kalkıp kendimi işe sürüklesem de günüm mutlu geçiyor. Sabah serviste uzuuun zaman geçireceğimi bildiğim için House Beautiful'un Eylül sayısını çantama attım ve yol boyu bir gün benim olacağını hayal ettiğim yuvamı çizdim, süsledim, boyadım, düzenledim. Sonra dergide gördüğüm küçücük Anthropologie Europe online alışveriş adresine ait bir tanıtımla hayallerim iyice güçlendi. Kendisiyle ilk olarak New York'ta tanıştığım Anthropologie, insana huzur veren, sadelik ve ferahlığın renkli kombinasyonlarla da yakalanabileceğini ispatlayan hafif etnik hafif retro çok çok tatlı bir mağaza.
Biraz daha bilimsel olmak gerekirse, antropolojinin kelime anlamıyla sizi baş başa bırakabilirim.

"Antropoloji kelime yapısı olarak iki Yunanca kelimenin birleşimidir. İnsan anlamına gelen Anthropos ile düzenli bilgi anlamında olan logos. Böylece kelime anlamı olarak antropoloji, insanla ilgili düzenli bilgi anlamındadır. Antropoloji birey olarak insanla ilgilenmez. İlgisi grup içinde yaşayan insan ve bu insanın yaptıkları ve davranışlarıdır. (Saran, 1993:21)Konuyu biraz daha açacak olursak antropoloji biz insanları inceler. (Wells 1994: 9) “İnsanoğlu’nun yaşamı ve töreleriyle ilgili hiçbir konu ya da soru antropoloji’nin inceleme alanı dışında değildir. Bu yüzdendir ki, bilimsel disiplinlerin en ilgi çekici en heyecan verici olanı antropolojidir. İlgi alanımız ne olursa olsun hepimiz için özel, ilginç bir şeyler vardır antropolojide.”

Demek ki neymiş Anthropologie mağazası da hepimiz için ilginç bir şeyler barındırmayı hedefliyormuş. Şimdi sizi hayalini kurduğum birkaç ürünle baş başa bırakacağım ama benden tavsiye mutlaka internet sitelerine tıklayın, gözlerinizi alamayacaksınız, hepsi benim olamaz mı diye çıldıracaksınız.


12 Eylül 2010 Pazar

Red Carpet

Kirmizi haliya siz gidecek olsaydiniz ne giymek isterdiniz? Kirmizi uzerinde lila renginin hos duracagini dusunmuyorum ama "Onu" gordugum an iste bu demistim!
























Marchesa bugune kadar Hollywood'un neredeyse tum kadinlarini giydirip kirmizi haliya arz-i endam etsinler diye gondermis. Kate Beckinsale, Camilla Belle, Blake Lively, Katy Perry, Eva Longoria, Halle Berry, Sarah Jessica Parker... ve daha bircok farkli isim. Uzerinde Marchesa elbisesi ile kirmizi halida yuruyup de ertesi gun bloglarda ve dergilerde kritikleri yapilmayan isim kalmadi neredeyse.
Neyse iste ben de asagidaki resimleri uzun suredir masaustumde tutmaktaydim, bunu birilerine gostermeliyim diyerek sizinle paylasiyorum. Guzel pazarlar! :)

10 Eylül 2010 Cuma

Tatli bufelerine bayiliyorum!



Bildiginiz gibi bir sure once "Hayir" diyemeyecegim kadar guzel bir evlilik teklifi almistim. O gunden bugune epey zaman gecti. Su siralar dugun nerede olacak, gelinligim hangi model olsun gibi simdiye kadar hic aklima gelmeyen sorularla zihnimi mesgul etmekteyim.
Evli bayanlar ne dersiniz, evlilik de hazirlik sureci kadar eglenceli olacak mi? Arada mutfak esyalari satan magazalara bakmak, haftasonlari gelinlikcilerden birer ikiser randevular almak ve turlu turlu gelinlikler deneyerek gecirmek, ne kadar evlilik blogu varsa okumaya calismak gibi ugraslarim var artik. Tabi ki en guzel dugun benim olsun istiyorum!! Davetliler tek bir kusur bulamasinlar, herkes gecenin sonunda dans etmekten bitap dussun istiyorum. Cok mu? :)
Dugunumuz buyuk ihtimalle Mayis sonunda gerceklesecek. O gune kadar sizinle paylasacagim cok fazla detay olacak. Belki benim tecrube ettiklerim bir baskasina yardimci olur diye elimden geldigince cok seyi sizlere aktarmayi umuyorum.
Bunlardan ilki dugunumuzde olmasini istedigim, gorenlerin tamamini yemek isteyecegi bir tatli bufesi yaratmak.




Kullanmak istedigimiz renklere henuz karar vermedik ancak pembe, mavi, sari veya yesilin pastel tonlarinin harika olacagini dusunuyorum ve sevgilinin buna karsi cikacagini pek sanmiyorum :) Ulkemiz disinda tatli bufesinin cok guzel ornekleri uygulaniyor, ben de bunlardan birkacini sizlerle paylasmak icin odunc aldim, sizce hangi renkler kir dugunu icin daha uygun olabilir?