27 Aralık 2010 Pazartesi

a little bit of dream...

Bazen ruhumun sıkıştığını hissediyorum…
Bir anda canım yanıyor, irkiliyorum…
Tam da şu anda Pixies’den “Where is my mind?” çalarken oluyor bu…
Aklım nerede, ben neredeyim diye düşünüyorum.
Ruhum nerede bir de… Burada mı olmak isterdi özgür bıraksaydım eğer… Nerelere giderdi acaba… Neler yapardı kim bilir…
Eski, dar, taş sokakları olan sahil kasabasında, tepede bir cafede oturuyor olmak…
Üstümde ipek şifon bir elbise, püfür püfür…
Gökyüzü masmavi, ileride, ufukta birleşmiş hafif turuncular hafif pembeler arkadaş olmuşlar…
Ev limonatası içmişim, cafenin sahiplerine el sallayıp teşekkür ediyorum…
Merdivenlerden inip duvara dayalı mavi bisikletime atlıyorum, saçlarım hafif rüzgarda uça uça gidiyorum…
Özgürlük, hayallerim hepsi önümde…
Bisikletim öyle hızlı gidiyor ki havalanıyoruz…
Kır çiçekleri var altımızda, yemyeşil bahçeler, uçsuz bucaksız gelincikler başlıyor sonra…
Gözlerimi açmak istemiyorum…
Yüzüme vuran rüzgar ve denizin kokusu…
Bir gün oradayım, biliyorum.

26 Aralık 2010 Pazar

GalataModa'dan Bahsedelim...

Herkese merhabaaa!!

Yine gec kaldim biliyorum, uzgunum... Neden mi? Cunku 18 Aralik benim dogumgunumdu!
25 yasima basma durumumu yaklasik 4 ayri pasta keserek sevgili arkadaslarim, ailem ve is arkadaslarimla kutladik. Herkese ayri ayri tesekkur ederim beni bu kadar cok sevdikleri icin :)

Son yazimda sizlerle paylasmayi hedefledigim Home Art dergilerimle evde birbirimize bakiyoruz. Kimselerden fotograf gelmedigi icin biraz uzuldum ama bir gun beni de diger bloggerlar gibi takip edip deneyimlerinizi paylasmaktan keyif alacaginizi umarak yazilarima tam gaz devam ediyorum.

Biliyorsunuz bugun GalataModa'nin son gunuydu... 22 Aralik Carsamba gunu Tarlabasi'nda kurulan cadiri ziyaret ettigimde kapida eglenceli bir bando ile karsilastim. Iceri girdigimde sira sira tasarimlar ile kendimi cennette hissettigimi soyleyebilirim. Simay Bulbul, Ozgur Masur, Elif Cigizoglu gibi tasarimcilar sol tarafta yer aliyordu. Elif Cigizoglu'nun tasarimlarini cok begendigimi soylemeden gecemeyecegim. Cok hos tunikler vardi ancak fiyatlari sebebiyle malesef kendilerini es gecmek zorunda kaldim.

Mandalinarossa ismi gibi cok cok neseli, civil civil tasarimlara sahip. Genellikle cocuklar icin tasarimlar yapiyor ve cocuklardan ilham aldigini kesinlikle saklamiyor. Nazli Cetiner tasarimlariyla gozunuze carpmasi mumkun olmayan kisilerden biri...


Yaratici tasarimlara sahip oldugunu dusundugum kisiler icinde Kiki's Design da var. Founta Gunem'in tasarladigi bu guzel ceketi de kendime yilbasi hediyesi olarak almadan duramadim. Icindeki melegin guzelligine kapilmamam olanaksizdi :)



Umarim herkesin GalataModa'yi gezme firsati olmustur. Olmadiysa da uzulmeyin GalataModa surekli bir gelisim icinde Istanbullulari tasarimla bulusturmaya devam ediyor!

Iyi haftalar!

29 Kasım 2010 Pazartesi

Dekorasyonu Seven?



Evliliğe 6 ay kalmışken balayı programımız dışında en fazla düşündüğüm şey evimizi nasıl dekore edeceğimiz. Henüz nerede ya da daha doğrusu nasıl bir evde oturacağımızı bilemediğimiz için net kararlar vermem zaten mümkün değil ancak stil konusunda da ciddi kararsızlıklarım var.
Mesela dekorasyonda duvar kağıdı mı kullanmalıyım yoksa boya mı ya da her ikisi? Hatta duvarda asılı, beyaz, eski bir bisiklet olsa nasıl olur? Her an bir yere gidecekmişiz gibi, hayatın başında, genç bir çift olduğumuzu bize hatırlatan yaşayan bir şey...
Ana parçalar gri ve beyaza yoğunlaşsa ama renkli yastıklarımız, yemek masasının etrafında renkli sandalyelerimiz, kütüphanemizde rengarenk kitaplarımız olsa... Belki de Country tarzı olmalı? Ahşabın sıcaklığını Laura Ashley desenli tekstillerle kaynaştırırız...

Kafam ne kadar karışmış anladınız mı şimdi? :)
Neyse ki net fikirlerim de var;

Pastel tonları kullanarak evime giren herkesin huzura kavuşmasını istiyorum. Ne renklerden gözlerimiz yorulmalı ne de soğuk ve solgun görünmeli yuvamız. Yemek masamız uzun olmalı, aile ve dostlar bir araya geldiğinde soframız muhabbetimize eşlik etmeli. Uzun sohbetler, şen kahkahalar, tokuşan kadehlerin sesiyle çınlamalı ev dediğin, misafirler evin bir parçası gibi hissetmeli... Kahve faslı için koltuklara geçildiğinde yumuşak minderler, rahat yastıklar sarmalı vücudumuzu. Kimsenin ayaklarını uzatmaktan çekinmeyeceği geniş bir puf, sehpaymışçasına yayılmış olmalı salonumuzun ortasına. Üzerinde duran şık bir tepsi içinde çiçekler ve dergiler sunmalı bize. Koltukların yanında yel değirmeni şeklinde bir abajur sarı ışıklarını yaymalı, televizyonda siyah beyaz bir film, belki Casablanca oynamalı... Zaman zaman otantik zaman zaman modern olmalı bizim evimiz ama her daim sıcak.



Neden bunları yazdığımı soracak olursanız, fikirlerimi sizinle paylaşmak, sizin evlerinizden, odalarınızdan ilham almak istiyorum. Nasıl mı? Bir arkadaş toplantısında evinizde çekilmiş fotoğraflar vardır elbet. Belki bir bayram gününde ya da belki bir kahvaltı sofrasında... Bambaşka bir şey de olabilir elbette, sadece küçük bir detay, evinizde çok sevdiğiniz, sizin için çok değerli bir obje de olabilir.



Eğer bunları benimle paylaşmak isterseniz ben de teşekkürlerimi gönderilen fotoğraflar arasından yapacağım çekilişle 3 kişiye Home Art dergisi Aralık sayısını hediye ederek ileteceğim :) Fotoğraflarınızı meraklilokma@gmail.com adresime 18 Aralık 2010 Cumartesi gününe kadar bekliyorum. Göndereceğiniz mailler içerisinde isminizi ve adresinizi belirtmeyi unutmayın. Çekiliş sonucunu 18 Aralık günü blogumda yayınlayacağım. Eğlenceli fotoğraflarınızı bekliyorum :)

Önümüzdeki günlerde gelecek diğer sürprizlerden haberdar olmak istiyorsanız blogumun sağ tarafında yer alan İzleyiciler bölümüne kaydınızı yapabilirsiniz.

*Fotoğraflar http://www.ruemag.com/ adresinden alınmıştır.

Sevgiler...

22 Kasım 2010 Pazartesi

Bir anne kızın hikayesi…


Yıllar da geçse, araya uzaklıklar, zorluklar da girse bir anne ile kızın arasındaki bağın azalmasına imkan yoktur. Bir anne için yavrusu ne kadar değerliyse, yavrusu için de “Anne” demek herşeyden ötedir çünkü aradaki bağ siz farkında bile değilken başlamıştır. Anne, sıcaklığı, güveni, özveriyi, hoşgörüyü, fedakarlığı temsil eder. Kız çocuğu ise kültürümüzde de söylendiği gibi vefalı evlat, narin, bir tanecik göz ağrısı…Her zaman anneden ilham alan, onun yaptıklarını yapıp, onun sürdüğü ruju, giydiği ayakkabıları ayağına geçirip evde kadın olma alıştırmaları yapan çocuk…


Bu hikaye de ona benziyor. Anne ya işte, öyle çok sevmiş ki kızını, o en güzeli olsun diye giydirip süslemiş. Ona özel her detayı ince ince işlenmiş muhteşem elbiseler yaratmış. Marguerite, daha çocuklar için pembe, mavi, çiçekli veya kurdeleli elbiseler yokken annesinin diktiklerini giymeye başlamış. Annesi Jeanne’ın yarattığı bu kıyafetler o kadar çok beğenilmiş ki, Jeanne, aynı kıyafetleri talep eden anneler tanımaya başlamış. Böylece çocuk modası ilk kez ortaya çıkmış. Sonrasında Paris’in zengin anneleri kızları için dikilen kıyafetlerin benzerlerini kendileri için istemeye başlamışlar. Böylece Lanvin çocuk, genç kız ve kadınlara hitap eden ilk moda evini 1909 yılında Paris’te kurmuş.

Jeanne Lanvin'ın vefatından sonra kızı Margueriete'in başına geçtiği moda evi şimdilerde Alber Elbaz'ın direktörlüğüyle gündemdeki yerini koruyor. Kurulduğu günden itibaren faaliyetlerini sonlandırmadan bugüne dek gelebilen tek moda evi olma ünvanını taşıyan Lanvin, H&M ile yaptığı işbirliğiyle de genç kızlara ve ruhu genç kalanlara yönelik tasarımlar yapmaya devam edeceğinin sinyalini veriyor.

21 Ekim 2010 Perşembe

Moda Hayatımda

Uzun zamandır yazmıyorum diye nasıl içim içimi yiyordu... Sabahın kör saatinde uyku gözlerimden akarken bu satırları yazmaya karar verdim. Neyse konumuz şu;
İşletme okudum ve uluslararası bir finans şirketinin pazarlama departmanında görev alıyorum fakat hayallerim hep bir gün moda ile ilgili bir şeyler yapmayı içeriyordu. Tam kariyerimde artık yüksek lisans yapmanın zamanı geldi telaşına girmişken, Zelfist'te o haberle karşılaştım. Bilgi Üniversitesi Moda Yönetimi programı açılıyordu! O gece bu programın benim için biçilmiş kaftan olduğunu tüm sevdiklerime ilan ettim ve ertesi gün de bölümün tanıtım programı için Santral kampüsüne gittim. Program koordinatörü Serhan Ada ve ders verecek birkaç kişi daha o gün oradaydı. Mehtap Elaidi, Ferhan İstanbullu, Engin Altaş... Şu anda hatırlayamadığım hocalarımdan özür diliyorum, o gün fazlasıyla heyecanlıydım.
Neyse Serhan Hocam ile kısa bir sohbet-mülakat ardından programa kabul edildim! 20 Ekim akşamı ise giriş dersimizde tüm moda severler bir araya geldik. Farklı hayaller, farklı geçmişler, bambaşka yetenekleri olan insanlarız. Birbirimizden öğreneceğimiz, birlikte başaracağımız çok güzel şeyler var hissediyorum. Hocalarımız da alanlarındaki en yetenekli insanlar... İsimlerini şimdilik söylemiyorum, her birini işlediğimiz derslerden sonra özenle anlatmak istiyorum sizlere.

İlk dersimiz önümüzdeki hafta Yaratıcılık Prensipleri üzerine Hakan Gencol tarafından verilecek."Bu modül, tasarım yolculuğunun önemli bir kavramı sayılan ‘yaratıcılık’ başlığı ve yaratıcılık teknikleri üzerinde odaklanarak, bir yandan “Yaratıcılık nedir”, “Yaratıcılık için gerekli yöntem ve kalıplar nelerdir?” gibi soruların cevaplarını bulmaya çalışırken, diğer yandan da katılımcıların günlük sorunlara farklı bir bakış açısı geliştirmelerini sağlamayı amaçlar. Yaratıcı problem çözme teknikleri, farklı alanlardan derlenmiş çeşitli sunum ve örneklerle katılımcılara aktarılır, grup çalışmaları yoluyla bu teknikler deneyimlenir. Öğretilen yaratıcı kalıpları kullanarak, gruplardan kısa süre içinde, uzmanı olmadıkları konularda yaratıcı fikirler oluşturmaları istenir. Mindmapping ve brainstorming gibi teknikler yoluyla, grup çalışmaları ve bireysel ödevlerle pekiştirilerek, yaratıcı fikir oluşturma sürecindeki önemli kavramlar üzerinde durulur."
Bu yazımda bir de size infographics denilen görsel grafik tekniği hakkında bilgi vermek istiyorum. Amerika ve Avrupa'da birçok şirket bu yöntem aracılığıyla haberler yayınlıyor, stratejilerini, işleyişlerini, ürünlerini paylaşıyor ama bunu sıkmadan yapmayı başarıyorlar. Aşağıda birkaç örnek paylaşacağım ama benim en beğendiğim örnek ilk sırada gösterdiğim Forbes'un 2020 yılı için tasarladığı Envision the Future projesine ait... Barda yan masanızda oturan bayanın çantasını mı beğendiniz ya da ofiste çok muhabbetiniz olmayan birinin ayakkabıları? Hepsini tek ekranda bulabilirsiniz. Nasıl mı? 10 yıl beklersek :)


Top 10 Most Expensive Cities to Live in 2010
Produced by Home Loan Finder

30 Eylül 2010 Perşembe

Pasta mı sanat eseri mi?

Biliyorsunuz pasta tasarımı konusunda Türkiye'de onlarca profesyonel kurs var. Artık mahallemizin pastanesi bile klasik pastaların dışına çıkarak şeker hamuru ile süslemeler yapmaya başladı. Bunun yanında kurabiye tasarımı ve süslemesi de çok yaygınlaştı. Ev hanımları hatta kariyer yapmış bayanlar bile bir noktada iş hayatından bunalıp bu kurslara gitmeye başladılar. Başarılı olanlar da işi gücü bırakıp "pasta veya kurabiye tasarımcısı" olmayı seçebiliyorlar. Bu cesur kişilere benzer bir örnek de Maggie Austin isimli tasarımcı, kendisi öyle güzel ürünleri portföyünde barındırıyor ki yarattıklarına sanat eseri demek yanlış olmaz.

Maggie klasik bale eğitiminin ardından French Pastry School'a ait L’art de la Pâtisserie programına katılmış. Dünyanın en iyi hocalarının ışığında aldığı eğitimle kendini geliştirmiş ve dünyadaki en iyi restoranlardan kabul edilen Charlie Trotter's'da staj yaparak tecrübesini arttırmış.

Şimdi sizi Maggie'nin harika tasarımlarıyla baş başa bırakıyorum...



23 Eylül 2010 Perşembe

Bir ülkeyi ne kadar özleyebilirsiniz?

Hayatımda bir kere gidebildiğim ama hiç unutamadığım bir yer Nepal...

Gezdiklerim, gördüklerim, aldığım kokular, renkler, herşey çok iyi çekilmiş resimler gibi hafızamda. Sanıyorum bir dini veya milli bayramda boşluk bulup gitmiştik ailemle, 3 gün kalacaktık. Gitmeden önce çok şey ifade etmiyordu bana, hatta havaalanına indiğimizdeki izlenimlerim de çok iç açıcı değildi. Uçakta tanıştığımız Türk çiftle sohbet etmeye başlamıştık, havaalanından çıktığımızda onları karşılayacak birileri vardı. Otellerini arkadaşlarının ayarladıklarını, dilersek kendilerine eşlik edebileceğimizi söylemişlerdi. Tahmin edersiniz ki Nepal'e giden Türk bir çiftle tanışmak çok sık rastlanacak bir durum değildi. Biz de bundan yararlanalım demiştik :)


Uçak Nepal sınırlarına girdiğinde Himayalar'ı izlemeye başlamıştık. Güneşle ışıl ışıl parlayan bembeyaz karla örtülü keskin tepeler... O kadar yüksek ki aralarından geçmek insana ayrı bir cesaret veriyor. Sanki uçan sizmişsiniz gibi... Aşağısı o kadar beyaz ve parlak ki gözlerinizi tamamen açık tutmanız mümkün değil.

Uçaktan inişinizle birlikte gerçek dünya ile tanışmaya başlıyorsunuz. Dünyanın en az gelişmiş ve en fakir ülkelerinden olan Nepal'in başkentinde iniş yaptığımız havaalanı bile fakirliklerinin resmi gibi karşımıza çıkmıştı. Tuğlalarla örülmeye çalışılan duvarlar muşambalar yardımıyla kapatılmıştı, üstümüzde de çatı değil de tahtalardan oluşan bir korunak vardı. Kathmandu'nun kış aylarında çok soğuk olabileceği düşünülürse havaalanında çalışanlar için şartlar çok zor. Ben ayak bastığımdan beri neler değişti bilemiyorum, umarım şu anda üstü kapalı bir havaalanları vardır.

Havaalanı çıkışında boynumuza asılan çiçeklerle karşılandık ve taksi ile otele doğru yol aldık. Otele geldiğimizde kapısı bile kapanmayan bir odaya yerlestirildik. Gördüğüm anda burada kalmayalım ne olur ifademle babama baktım. Durumdan o da rahatsız olmuş olacak ki bize yardım eden çiftten özür dileyerek, farklı bir otel bulmamız gerektiğini anlatmaya çalıştı. Akşama doğru güvenle uyuyabileceğimiz makul fiyatlı bir otel bulmuştuk. Şimdi internette araştırdığımda Crowne Plaza ve Hyatt Regency gibi birkaç iyi otel alternatifinin de bölgede bulunduğunu görüyorum.

Zorluklar ve hayal kırıklıkları buraya kadar, sonrası adeta bir masal. Gördüğünüz yapılardan etkilenmemeniz mümkün değil. İnsanları ise bambaşka bir ifadeye sahip. Acı mı boşvermişlik mi hüzün mü desem bilemiyorum, gözlerde hep aynı ifade... Çocuklarda bile... Size garipseyerek bakıyorlar, herkesi ayrı ayrı inceliyorlar. Yeryuzunun herhangi bir yerinde bu kadar olgun ayni zamanda guzel bakan çocugu bir arada gormemistim.



"Old Kathmandu City" olarak ifade edilen sehrin en eski yerlesim bolgesinde Durbar Square sokaklarinda yurudukce bambaska bir atmosferde oldugunuzu hissediyorsunuz. Oyma tahta ile suslenmis kapilar, damlar sizi hayrete dusuren en onemli ozellikleridir.



Gezilecek bir baska nokta ise Swoyambhunath tapinagi, gidip de kendinizi hangi dine inaniyorsaniz inanin yuce bir varliga yakin hissetmemeniz mumkun degil. Swoyambhunath ayni zamanda "kendinden yaratilmis" anlamina geliyor. Bulutlarin uzerinde sadece inanciniz ve siz bas basa kalmissiniz gibi... Korku degil huzur doluyorsunuz, rahatliyorsunuz ve akliniza, sahip olduklariniz icin sukretmekten baska bir sey gelmiyor. Orada tapinagin dort yanindan Buda'nin herseyi ve her yeri goren gozleri, buyuk beyaz bir yarimkurenin uzerinde bulunuyor. Dunyanin catisina cok yakin oldugunuzu hissediyor ve derinden anliyorsunuz. Bu tapinagin cocuklarin tanricasi Harati'ye atfedilmis oldugunu soylemeden gecemeyecegim. Cocuklar bu topraklarda cok cok degerli, gezerken sevimli bir cocugun basini oksamak Nepal halki tarafindan cok yanlis anlasilabilen ve tepki toplayan bir hareket olabilir. Dikkatli olunuz.



Benim soyleyeceklerim simdilik bu kadar, kac gundur Nepal hakkinda yazmak istiyordum. Bilgisayarin basina cok gec oturdugumdan burada kesmek zorundayim, malum yarin is guc var. Bu yaziyi okuduktan sonra Kathmandu'yu ziyaret edeniniz olursa, neyi ozledigimi siz de anlayacaksiniz. (Resimleri Deviantart'ta paylasan herkese tesekkur ediyorum, bizim cektigimiz resimler malesef film oldugu icin bilgisayara aktarmam mumkun olmadi. Umarim beni affederler.) Sevgiler :)

17 Eylül 2010 Cuma

Friday, Freeday!

Bu sabah dünden kalan Fashion's Night Out yorgunluğumla yataktan kalkıp kendimi işe sürüklesem de günüm mutlu geçiyor. Sabah serviste uzuuun zaman geçireceğimi bildiğim için House Beautiful'un Eylül sayısını çantama attım ve yol boyu bir gün benim olacağını hayal ettiğim yuvamı çizdim, süsledim, boyadım, düzenledim. Sonra dergide gördüğüm küçücük Anthropologie Europe online alışveriş adresine ait bir tanıtımla hayallerim iyice güçlendi. Kendisiyle ilk olarak New York'ta tanıştığım Anthropologie, insana huzur veren, sadelik ve ferahlığın renkli kombinasyonlarla da yakalanabileceğini ispatlayan hafif etnik hafif retro çok çok tatlı bir mağaza.
Biraz daha bilimsel olmak gerekirse, antropolojinin kelime anlamıyla sizi baş başa bırakabilirim.

"Antropoloji kelime yapısı olarak iki Yunanca kelimenin birleşimidir. İnsan anlamına gelen Anthropos ile düzenli bilgi anlamında olan logos. Böylece kelime anlamı olarak antropoloji, insanla ilgili düzenli bilgi anlamındadır. Antropoloji birey olarak insanla ilgilenmez. İlgisi grup içinde yaşayan insan ve bu insanın yaptıkları ve davranışlarıdır. (Saran, 1993:21)Konuyu biraz daha açacak olursak antropoloji biz insanları inceler. (Wells 1994: 9) “İnsanoğlu’nun yaşamı ve töreleriyle ilgili hiçbir konu ya da soru antropoloji’nin inceleme alanı dışında değildir. Bu yüzdendir ki, bilimsel disiplinlerin en ilgi çekici en heyecan verici olanı antropolojidir. İlgi alanımız ne olursa olsun hepimiz için özel, ilginç bir şeyler vardır antropolojide.”

Demek ki neymiş Anthropologie mağazası da hepimiz için ilginç bir şeyler barındırmayı hedefliyormuş. Şimdi sizi hayalini kurduğum birkaç ürünle baş başa bırakacağım ama benden tavsiye mutlaka internet sitelerine tıklayın, gözlerinizi alamayacaksınız, hepsi benim olamaz mı diye çıldıracaksınız.


12 Eylül 2010 Pazar

Red Carpet

Kirmizi haliya siz gidecek olsaydiniz ne giymek isterdiniz? Kirmizi uzerinde lila renginin hos duracagini dusunmuyorum ama "Onu" gordugum an iste bu demistim!
























Marchesa bugune kadar Hollywood'un neredeyse tum kadinlarini giydirip kirmizi haliya arz-i endam etsinler diye gondermis. Kate Beckinsale, Camilla Belle, Blake Lively, Katy Perry, Eva Longoria, Halle Berry, Sarah Jessica Parker... ve daha bircok farkli isim. Uzerinde Marchesa elbisesi ile kirmizi halida yuruyup de ertesi gun bloglarda ve dergilerde kritikleri yapilmayan isim kalmadi neredeyse.
Neyse iste ben de asagidaki resimleri uzun suredir masaustumde tutmaktaydim, bunu birilerine gostermeliyim diyerek sizinle paylasiyorum. Guzel pazarlar! :)

10 Eylül 2010 Cuma

Tatli bufelerine bayiliyorum!



Bildiginiz gibi bir sure once "Hayir" diyemeyecegim kadar guzel bir evlilik teklifi almistim. O gunden bugune epey zaman gecti. Su siralar dugun nerede olacak, gelinligim hangi model olsun gibi simdiye kadar hic aklima gelmeyen sorularla zihnimi mesgul etmekteyim.
Evli bayanlar ne dersiniz, evlilik de hazirlik sureci kadar eglenceli olacak mi? Arada mutfak esyalari satan magazalara bakmak, haftasonlari gelinlikcilerden birer ikiser randevular almak ve turlu turlu gelinlikler deneyerek gecirmek, ne kadar evlilik blogu varsa okumaya calismak gibi ugraslarim var artik. Tabi ki en guzel dugun benim olsun istiyorum!! Davetliler tek bir kusur bulamasinlar, herkes gecenin sonunda dans etmekten bitap dussun istiyorum. Cok mu? :)
Dugunumuz buyuk ihtimalle Mayis sonunda gerceklesecek. O gune kadar sizinle paylasacagim cok fazla detay olacak. Belki benim tecrube ettiklerim bir baskasina yardimci olur diye elimden geldigince cok seyi sizlere aktarmayi umuyorum.
Bunlardan ilki dugunumuzde olmasini istedigim, gorenlerin tamamini yemek isteyecegi bir tatli bufesi yaratmak.




Kullanmak istedigimiz renklere henuz karar vermedik ancak pembe, mavi, sari veya yesilin pastel tonlarinin harika olacagini dusunuyorum ve sevgilinin buna karsi cikacagini pek sanmiyorum :) Ulkemiz disinda tatli bufesinin cok guzel ornekleri uygulaniyor, ben de bunlardan birkacini sizlerle paylasmak icin odunc aldim, sizce hangi renkler kir dugunu icin daha uygun olabilir?


10 Ağustos 2010 Salı

Eski çamlar bardak oldu...

İnternette dolaşırken bu güzelliklere rastladım. Paylaşmadan edemedim.
Bana biraz Paşabahçe'nin İmza serisini anımsattılar. Gidenleriniz görmüştür Aydın Boysan, Behiç Ak ve Selçuk Demirel tarafından tasarlanmış cok şık cam ürünler Paşabahçe Mağazaları'nda satışta... Bardak ve kupa gibi objeler çok kullanışlı birer hediye alternatifi de olabiliyorlar. Bir bardak da siz almaz mısınız?

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Havanin sicakligindan uyumak gelmiyor icimden... Eee durum boyle olunca yarin ise gitmek de zor geliyor ama en azindan su kombini giyebilseydim harika olurdu.

Kurumsalligin gozu kor olsun, simdiye kadar bir kisiyi bile sort giymis dolasirken goremedim sirkette :( Kurallari yikip asagidakini giysem guzel olmaz miydi?

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Maviye Yolculuk...

Çok yoğun geçen iş günlerinin hemen ardından çalışanlara motivasyon olabilecek en güçlü koz haftasonu tatile çıkacağınızı bilmektir. İnanın geçen Çarşamba ve Perşembe günlerinin yoğunluğuna tahammül edebilmemin tek yolu haftasonu Kaş gibi bir cennete doğru yola çıkacağımı bilmekti. Cuma günü eğitim hayatıma geri dönüşümün temellerinin atıldığı bir gündü. (Bundan size başka bir yazımda bahsedeceğim) Cuma akşamı trafiğine bir de yağmurun tuz biber ektiğini düşünürsek evime gitmem zaten yeterince zor olmuştu. Seyahat etmeyi böylesine seven bir kişi olarak bavul hazırlamakta bir o kadar berbat olduğumu itiraf edebilirim. Gece 1 olduğunda tüm işlemlerim bitmiş yatağıma girmiştim, ama malesef sabah 5:15'te sevgilimin telefonuyla yataktan kalkıp uyku sersemliğiyle son hazırlıkları tamamlayıp 5:30'da yola çıkmak üzere hazır olmam gerekiyordu. Sevgilimin ikizi(evet! tek yumurta ikizi) ve onun dünyalar tatlısı kız arkadaşıyla çıktığımız seyahat eğlenceli olmaz olur mu? Yalnız uykuya yenik düşen göz kapaklarımızla ancak Afyon'a yaklaştığımızda uyanabilmiştik. Sonrasında genel olarak sevgiliye arkadaşlık etmek ve biraz olsun onun yorgunluğunu alabilmek için olabildiğince ayık kalmaya çalıştım. Kaş'a yaklaştıkça heyecan artıyordu ancak yol dağlarla çevriliydi ve denizi görememek moralimizi gittikçe bozuyordu. Yarı ayık yarı uyuklayarak kilometreler kat ettik. Yolda küçük bir kaplumbağaya, çılgınca koşan bir sincaba ve düzinelerce keçiye yol verdik. Doğaya yakın olmak bile bizi dinlendirmeye başlamıştı ya da sadece beni... :)


Çukurbağ yarımadasını gördüğümüzde büyülü bir dünyaya adım attığımızı hissetmiştim. Yine de oteli seçen kişi olmanın ağır yükümlülüğüyle 'Ya beğenmezlerse?' diye endişelenmeden duramıyordum, 'bi lokma' isimli lokantada zeytinyağlı yemeklerle karnımızı doyurup yarımadanın en güzide noktasında bulunan otelimize doğru yol almaya başladık. Adanın ucuna geldiğimizde otelimizin tabelasıyla yüzlerimizde bir rahatlama ifadesi oluştu, 'Lycia Butik Otel'... Ben içimden 'Acaba burası denize uzak mı?' diye düşünürken denize doğru yokuş aşağı inmeye başlamıştık. Beyaz, ahşap panjurlu otelimizi gördüğümüzde içim rahatlamaya başlamıştı. Kapıda otelimizin sahibi Mehmet Bey bizi güleryüzüyle karşılayıp, odalarımıza buyur etti. Odamız havuz katında bahçeli bir süit ve Meis adasına karşı harika bir manzarası var, birkaç merdiven indikten sonra ise ahşap bir platforma eşyalarınızı bırakıp kendinizi Kaş'ın ışıl ışıl mavi sularına bırakıyorsunuz. Yaşadığımız mutluluğu kelimelere sığdırmama imkan yok ama bizlere en büyük sürprizi ve mutluluğu yaşatan çok tatlı bir çift. Sevgilim ve ikizinin çocukluk arkadaşı ve onun cici kız arkadaşı biz onların birlikteliklerine son verdiklerini düşünürken sürprizin en büyüğünü yapıp, odalarımıza hoşgeldiniz diye girerek hepimizi şoka soktular :) 2 çift olarak planladığımız tatil sürprizleriyle şenlendi, şimdi 3 çift terasımızda içkilerimizi yudumluyoruz. Sizlerle de bu harika manzarayı paylaşmadan edemezdim. Gördüğünüz muhteşem şey ise otelimizin bize hazırladığı kavunlu hoşgeldin ikramı... Burayı seçtiğimiz için herkes bana teşekkür etti, bense otelimizin sahibi Mehmet Bey'e yardımları ve güleryüzü için buradan teşekkür etmek istedim. Hepinize tavsiye ederiz! Salud! :)

6 Temmuz 2010 Salı

Harika bir sey oldu!


Ne demis atalarimiz, buyuk lokma ye buyuk soz konusma. Benim hayatim da hep bu sozu dogrular nitelikte olmustur, neye hayir desem bir sekilde donup dolasip basima gelmistir, ki genelde de hayirlidir sonu :)
Bu haftasonu da oyle hayirli bir olayin temelleri atildi iste. Mart dogumlu sevgilime hediye olsun diye dusundugum A'jia Hotel konaklamasi kalacagimiz odada yasanan bir ariza sebebiyle kardes oteli olan Sumahan On the Water'a kaydirilmisti ama basarili bir yonetimin yapacagi gibi onlar da yasanan aksiligi unutturmak icin bize yazin bir haftasonu ucretsiz konaklama sozu vermislerdi. Bahsettigim konaklamayi da gectigimiz haftasonu yapmaya karar verdik ve rezervasyon mudurune durumu bildirdik. Sonunda heyecanla bekledigimiz haftasonu geldi ve ben minik valizimle evimde sevgilimi beklemeye basladim. Kendisi gec kaldigi icin tuylerim hafif dikilmis olmasina ragmen yola cikiyor olmanin verdigi heyecanla, geldigi gibi arabaya hopladim. Anadolu Hisari'nin yesil yollarindan mutlu mesut sahile indik ve sahil yolu uzerinde kivrila kivrila ilerledik. Kanlica meydanini gectikten sonra solda eski ismiyle Ahmet Rasim Pasa Yalisi ile goz goze geldik. Insan yalidan iceri buyur edilirken burada yillar once yasananlari merak etmeden duramiyor. Ben de dayanamayip arastirdim ve bu gorkemli yapinin, Osmanli Devleti'nin son donemlerinde cesitli illerde valilik gorevlerinde bulunmus Ahmet Rasim Pasa isimli devlet adamina ait oldugunu fakat kendisi 1897 yilinda vefat ettikten sonra ayni yil icerisinde yalisinin da bir yangin sebebiyle harap oldugu gercegini ogrendim. Su anda yerinde var olan yapinin ise eskisinin yarisi buyuklugunde oldugu ve tastan insa edildigi soyleniyor.


Neyse, odamizin bulundugu 3. kata ciktik ve kapi acildi. Yalan yok ilk dikkatimi ceken enfes bogaz manzarasi oldu. Sonrasinda ise yatagin uzerinde bulunan kirmizi kalp seklindeki balonlari ve kirmizi gul yapraklarini gordum. Yataga dogru ilerleyince uzerinde resimlerimizin oldugu kagitlari ve yaninda yazili olanlari takip etmeye basladim, sonuna yaklastikca o anin cok yakinda oldugunu biliyordum. Zaten ben sonuncu kagida yaklasirken sevgilim hayallerimdeki yuzugu elinde tutuyor, bir yandan da o buyulu kelimeleri soyluyordu. "Evet!" dedikten sonra mutlu bir kucaklasmanin ardindan sevdicegim en az 10 yere telefon acarak heyecanini paylasti. Acikcasi bu kadar stres yaratabilecegimi hic tahmin edemezdim :)
O gun bugundur sag parmagimdaki yuzukle cevremdekileri saskina ceviriyorum. Evlenmeme ihtimal vermeyenler ya da cok gec yasa evlenecegime inananlarin cogunlukta olmasi sebebiyle mutlu haberi duyanlar bana bakip bakip kendilerini gulmekten alamiyorlar. Ne kadar buyuk konusmusum siz dusunun artik :)



Aaa bu arada dugunumuz seneye.. O zamana kadar daha ne haberler olacak bende, gorun bakin ;)

Not: A'jia Hotel'e ve tum profesyonel personeline unutulmayacak haftasonumuzu emekleriyle guzellesirdikleri icin tesekkur etmeden gecemeyecegim. En ozel tesekkur ise midemizi leziz yemekleriyle senlendiren yetenekli seflerine. A'jia, konaklamasi haricinde sundugu yemeklerle de insani buyuleyen bir yer, imkaniniz olursa denemenizi tavsiye ederim!

22 Haziran 2010 Salı

"Hayatinizi cesurca kabullenin, basariya donustugunu goreceksiniz." Emerson

Su anda yazimi okuyanlar arasinda 13 Haziran Pazar gunu Hurriyet gazetesinde Ayse Arman'in kosesine rastlamis olanlar varsa makaleye konu olan ciftin hikayesini imrenerek bir cirpida okuduklarina eminim. Okumayanlar icin kisaca ozetleyeyim...
ETS'nin istebenimtatilim.com isimli internet sitesinde yuruttugu bir yarisma araciligiyla 6 ay boyunca ETS adina seyyah olup dunyayi arsinlayarak gezdiklerini, gorduklerini, yediklerini, ictiklerini internet uzerinde kaleme almalari ve fotograflarini yayimlamalari karsiliginda ustune ustluk bir de para kazanacak bir cift araniyordu. Yarismayi ilk duydugumda "Hadi canim!" demistim, dunya uzerinde para karsiligi yapmami isteyebilecekleri en mukemmel sey bu degil miydi? Kurumsal gozlukle baktigimda nitelikler nasil tanimlanmali diye dusunmeden edemiyorum :) Takim calismasina yatkin(sevgiliyle el ele gezilecek ya), esnek calisma saatlerine uyum saglayabilecek(eeh kim bilir kita kita gezerken ne cok saat farkina boyun egmeliyiz), Ingilizce ve tercihen ekstra yabanci dil bilgisine sahip(Guatemala'da Ingilizce bilsek kurtarir miyiz?) gibi gibi...

Neyse zaten ben dusunup tasinana kadar juri Turkiye'nin en olagandisi ciftini bulmus, hem de bu odulu en cok hak edeni sanirim. Onlarin kendilerini ifade edis bicimlerinden anladigim, hayati herseyiyle oldugu gibi kabullenmisler, dogal ve kasmadan yasamayi basarmislar, sinirlari, sorulari, onyargilari kaldirmislar, kim ne derse desin demisler... Anlayacaginiz bircogumuzun yapamadigini yapmislar.

Miguel ile Pinar... Miguel, Portekizli bir avukat, Pinar da Sahne ve Gosteri Sanatlari Yonetimi okumus. Ikisi de yapmak istediklerinin kesfetmek, farkli bir bakis acisi yakalamak ve uretmek olduguna inanip, burokrasinin duvarlarini yikmak icin evlenip dunya uzerinde ozgurce adimlar atmaya baslamislar. Hikayelerini okuyup gipta etmemek, helal olsun dememek mumkun degil.

Is yerinden birkac arkadasimla yazi uzerine yorumlar yaptigimizda anladim ki herkes ne hayaller ne hevesler ile buyuyor sonra buyudukce hayaller kuculuyor, inanc ve ozguven azalmaya basliyor. Bazi seyleri zorunda oldugunuz icin yapmaya basliyorsunuz. Bir sure sonra korlesip, neden keyif alip neden almadiginizi ayirt bile edemiyorsunuz. Koku almamak gibi bir sey, onunuze ne konursa onu yemeyi kabulleniyorsunuz. Zamanla icinizdeki cocuk oldukce de hissizlesiyorsunuz.

Miguel ile Pinar'in hikayelerinde ise hayallerini iclerine sindirmis, dunyanin dayattiklarina goz yummamis, iki, cok cesur insan gordum ve anladim ki bazen amaclar ugruna akisina birakmak gerekiyor zamani... Dogru nehri bulduktan sonra hizla suruklenseniz de sularda, taslara da carpsaniz yilmak yok! Hayalleriniz icinizde canli oldukca her yeni gunde gunes ufukta dogacaktir.

Yakin veya uzak inanmak basarmanin yarisidir.

6 Haziran 2010 Pazar

Nikahta Keramet Varmis...

Ilk yazimda masamda bulunan meyve ciceklerini fotografladigini soyledigim canim is arkadasim dun saat 21:30 itibariyle dunya evine girdi. Ben ve Anadolu yakasinda oturan birkac arkadasim ise 20:30'da Caferaga Medresesi'nde baslayacak nikah toreni icin 19:00'da evden cikmanin yeterli olacagini dusunup buyuk bir hata yaptik! Tabi ki meteorolojinin Pazar gunu baslayacagini soyledigi yagmurun Cumartesi aksamindan bize surpriz yapacagini hicbirimiz tahmin edemezdik. Neyse ki tek bos bulunan biz degilmisiz, sevgili nikah memuru da bizden birkac dakika sonra mekana gelerek yureklerimizi ferahlatti :) 1.kopru trafiginde sikistigimiz sirada urettigimiz en iyi senaryonun gerceklesmis olmasi da bizi pozitif dusunmenin gucune biraz daha inandirdi!

Gelinimiz Pin zaman zaman urettigi karamsar senaryolarla beni dehsete dusuren bir kisilik oldugu icin bardaktan bosanircasina yagan yagmur sebebiyle huzursuz olmasindan cok korktugumu itiraf etmeliyim. Fakat kapilar acildiginda mustakbel esinin kolunda isil isil gulumseyince, ne kadar rahatladigimi anlatamam. Gulumsemek ne kelime 32 disiyle bizi selamlarken mutlulugunu gorememek imkansizdi!

Onlar nikah masasina oturur oturmaz ben ve fotograf makinem fotografci ve kameramandan kalan en uygun yere konuslandik. Onlar mi daha cok heyecanliydi nikah sahitleri mi bilemedim. 11 yildir suren bu aska sahitlik etmek sanirim herkesin boyunu fazlaca asiyordu cunku Pinar ve Namik'in bitmeyen sevgileri nikah memuru onunde edilen yeminden cok daha fazlasini kanitliyordu. Tum prosedurler tamamlandiktan sonra Namik'in guzel gelinimizin alnina kondurdugu naif opucukle buyu tamamlanmis oldu.

Onlar birbirlerine ettikleri yemini sahitlerin, ailelerin ve tum sevenlerinin onunde tazelerken bize sadece alkislamak dusuyordu. Pastalarini keserken yakaladigim bu fotograf, bir kez daha, ellerinin bir omur boyu hic ayrilmamasini dilememe sebep oluyor...

3 Haziran 2010 Perşembe

Başlıyorum...


Kaç zamandır bekliyorum. Blogları okuyorum, inceliyorum, ne yapmalıyım, ne yapmamalıyım, ne yazmalıyım, ne yazmamalıyım o kadar çok düşündüm ki bu arada blogger hesabımda onlarca isim biriktirdim. Hangisini kullansam diye döndüm durdum...
Sonra bir gün sevgili kedim gözlerini üstüme dikmiş peşimde dolaşırken ona "Meraklı Lokma" diye seslendiğimi hatırlıyorum. Genellikle pasta, tatlı, kek, kurabiye üzerine yazacağımı düşünerek aldığım bake* kelimesinin içinde geçtiği bir sürü adres şu anda çöpte. Artık eminim ben meraklı bir lokmayım! :)
Bugün acemi bir blogger olarak hayatıma başlayışımın 1. günü olmasının yanı sıra, hayatımı renklendiren dünyalar güzeli insanla birliktekiğimizin 1. yıl dönümüne denk geliyor. Belki de denk gelmek denemez... Belki de o güzel bir jest yapıp bu tatlı meyve çiçeklerini masama getirdiği için böyle şenlendim, bugün yazmazsam başka hangi gün yazacağım diyerek coştum ve işi gücü bırakıp birkaç paragrafla dünyaya mesajımı iletmek istedim :) (Müdire bunu okuduğunda bana kızmaz umarım ;))
Ben masama gelmiş, meyve çiçeklerime mutlu mutlu bakarken şaşkın anımı fotoğraflayan masa arkadaşıma da teşekkürler. O olmasaydı renksiz sayfam böyle çiçeklenmezdi...
Kısaca bugün beni bu kadar mutlu edip, yazma hevesimi körükleyen herkese ve herşeye teşekkürler. İlk yazımı okuyup gününe neşe kattığım birileri varsa da ne mutlu bana.
Herkese merhaba :)